Eski bir doğu öyküsüne göre kuyumcunun birinin eline olağanüstü büyüklük ve güzellikte, çok değerli bir siyah inci geçmiş. Kuyumcu onu sergilemek için ceviz ağacından bir kutu yaptırmış. Kutu bitince düz kutuyu çok sıradan bulup üzerine bir oymacı ustasının el işi oymalar yapmasını istemiş. Sonra şehrin en iyi gümüşçü ustasına gitmiş kutunun köşelerine gümüş işlemeler yaptırtmış. Tabi kutunun içerisinde incinin konacağı yuva, lacivert ipek kadife imiş. Hızını alamayıp kutunun üzerindeki işlemelerin arasına küçük pırlantalar da mıhlatmış. Ve son olarak da kutunun içindeki kadifeye bolca pahallı bir parfüm yedirmiş böylece kutu açıldığında güzel bir koku etrafa yayılıyormuş.
İnciyi kutuya yerleştirmiş ve müşterileri çağırıp inciyi satmak için sunmuş. Ancak istisnasız her gelen inciden çok kutu ile ilgileniyormuş. Bütün değerine rağmen inci, kutusundan daha az ilgi çekmiş.
———————-
Litvanyalı Bilge Rabbi Hafez Hayyim’in (1838-1933 ) ününü duyan Amerikalı bir turist grubu onu doğup büyüdüğü ve yaşadığı evinde ziyarete gitmişlerdi.
Odasına girdiklerinde oldukça şaşırmışlar. Ünü dünyayı sarmış Rabbi’nin çalışma odasında sadece üstü kitaplarla dolu bir masa varmış.
Masasında oturup okuyan Rabbi ye sormuşlar “Hocam seninle bir süre konuşmak isteriz, üzerlerine oturabileceğimiz eşyaların yok mu?”
Bilge şaşırtıcı bir biçimde “Sizin eşyalarınız nerede?” diye soruyla cevap vermiş.
Ziyaretçiler “Fakat Rabbi, bizim burada eşyamız olamaz ki! Bizler burada sadece ziyaretçileriz.” demişler.
“Ben de burada ziyaretçiyim” diye cevaplamış Rabbi
———
Kutu gider, incinin öyküsü kalır…
Bilge gider gerçek kalır…
Ne kutusu mücevherin değerindedir, ne okul binası bir okuldur, ne konak bir yuvadır, ne diploma ustalıktır, ne öğreti bilgeliktir,
Gereğinden çok daha fazla değer verdiğimiz her şey, içlerinde ruh barınmaz ise, ruhumuzu doyurmayınca yok olur gider. İçerik her zaman dış görünüşten daha önemlidir.
Aşık Veysel ne güzel buyurmuş;
“Güzelliğin 10 para etmez
Bu bendeki, aşk olmasa”
—————-
(Pekude)